00093.jpg (4429 bytes) 00119.jpg (8390 bytes) 00094.jpg (3915 bytes)
Bir aynayla yüzleşmeliydi bu gün. Kendi suretiyle yada aynada görebileceği her neyse onunla. Balık gibi kayıyordu insan kalabalığında. Bir çift gözdü onu bekleyen bu okyanusun tam ortasında. Şimdi adımları iyice sıklaşmış. Ter damlalarıyla ıslanan yüzü kıpkırmızı olmuştu. Her adımda kendi imparatorluğuna daha çok yaklaşıyor, kalbi daha hızlı çarpıyordu. Bir aynadan niye bu kadar korkardı insan. Bir suretten.

Yavaş yavaş terkedilmiş binanın çatısı göründü. Artık hızlı adımlar koşmayı andırıyordu. Çürümüş tahta kapının önüne geldiğinde birdenbire durdu. Yine o tanıdık kokuyu duydu. Bu koku ona dünyanın merkezine açılan bir mağaraya girdiğini düşündürürdü hep. İşte yine o garip kıpırdanmalar. Korkunun patlayıp merakla birleştiği o garip duygu.

Paltosunun ceplerini karıştırıp sonunda küçük, paslı anahtarı çıkardı. Kapı zorluk çıkarmadan sonuna dek açıldı. Alt kat örümcek ağları ve tozla örülmüş bir kozayı andırıyordu. Bir kaç eski eşya göze çarpıyordu; çalışma masası, koltuk, daktilo, gaz lambası ve eski bir resim. Gıcırtılar çıkaran tahta merdivenlerden yukarı çıktı. Bu odanın da aşağıdan pek farkı yoktu. Tek fark duvarın yanındaki abanoz sandıktı.

Sandığın yanında diz çöktü, üstündeki tozları temizledi ve boynunda ki anahtar kolyeyi çıkartıp deliğe soktu. Sandığın içi bordo renkli kadife kaplıydı. Ayna soluk renkli kumaşın içinde, dipteydi.

Kumaşı büyük bir titizlikle açtı ve içinden tahta çerçeveli aynayı çıkardı.

Aynayı, suretini, korkularını, umutlarını, gözlerini duvarda ki çiviye asıp karşısına oturdu. Artık kaçacak yeri kalmamıştı. Ne gürültülü kalabalıklar. Ne yaşamla ölüm arasında gidip gelen yolculuklar, ne aşk, ne şarap, ne uyku... Hiç biri söndürmüyordu içinde yanıp duran kızıl ateşi. Hesaplaşma zamanı gelmiş, içinde ki ateş tenine yayılmaya başlamıştı.

Surete baktı; bu iğrenç yüz, bu gözler, hep yanlış kelimelerin barındığı bu ağız, eski evdeki sandıkta kilitli dururken bile bir gölge gibi yaşamını karartan bu ayna...

Ayağa kalkıp odanın içinde hızlı hızlı yürümeye başladı... İniltili sesler çıkararak yüzünü tırmalıyor, tuzağa düşmüş hayvanlar gibi çırpınıyordu. Sonra aniden durup aynaya tekrar baktı.

“Yine gülüyorsun bana, nefret ettiğimi bildiğin halde gülüyorsun. Bizim ne olduğumuz hakkında fikrin yok değil mi? Tıpkı bu ev gibi biz de eskidik.”

Tekrar odada dolaşmaya başladı. Şimdi öfkesi garip bir ağlama nöbetine dönüşüyordu. Sürekli bir şeyler sayıklıyor, titreyen vücudunu kontrol etmeye çalışıyordu.

“Ne sen varolabildin, ne ben. İkimizde gölgelerde hapsolduk. Silik, esrik bir hayalet gibi yaşıyoruz. Güzel giysilerle dans pistinde dolaşan bir ceset gibi.”

Gözyaşlarını silip burnunu çekti. Artık koşturmaktan yorulmuş vücudunu odanın köşesine bıraktı. Kirli pencereden içeri gündüzün son ışıkları giriyordu. Hava birazdan kararacaktı. Ayağa kalkıp tekrar aynanın karşısına geçti, çividen çıkarıp eline aldı. Gözleri kıpkırmızı olmuş, altları torbalanmıştı. Aniden gözleri parladı, yüzü aydınlandı. Aynayı tüm gücüyle yere vurmaya başladı. Dağılan parçalar ellerini, yüzünü kesiyor, tenine saplanıyordu.

O gitmiş ve şimdi her şey daha silik görünmeye başlamıştı. Yerde paramparça olan yaşamına baktı, kırıklar arasında gözlerini aradı, bulamadı. İçinde ki ateş sönmüş, koskoca bir gezegeni de beraberinde götürmüştü. Ellerinden akan kan damlalarını seyretti. Sonra gözü sandığa ilişti. Başkalarından saklamamıştı o aynayı, yıllarca kendisinden saklamıştı. Bu gün suretiyle barışmaya gelmişti, kendisini kabullenmeye...

Yerden kırıkları topladı, sandığa doldurdu. Alt kata inip gaz lambasını yaktı, duvarda ki eski resmi alıp sokakta ki kalabalığa karıştı...

BAŞAK

Home | Nöbetçi Eczane | Cleantone | News | E-Mail | Links

Back | Next