Sen ;
Kendini bilen, kendini seven ...
Bir tek olan, “ biricik ”, “ bir tanecik ” ...
Etrafımda milyonlarca, sonsuzlarca “ bir tek ” var,
“ bir tanecik ” ler basmış ruhumu! Bastırıvermişler
özgür olan ruhumu ... Bedenim uyuştukça uyuşmuş; sinmiş,
sindirilmiş ...
Bastırılmışlık bastırana, sindirilmişlik sindirene ait aslında
... Bir zamanlar sinen, zamanında sinmiş ruhunun iplerini
koparmak istercesine başkalarının ruhu ve bedeni üzerine
abanmış. Abanmış ki ruhu söndürürken bedeni de basmış.
Ve sinen başkaları ... Sonra daha başkaları ...
O çok değer verdiğimiz “bir tane ” cikler, “ biricik ”
ler kaldı mı dersin bu sindirilmişlikte? Belki çok az! Ben
“ bir tane ” olmaya çalışsam da birileri “ sindirmeyi
” o kadar çok sindirmiş ki içine, bedenimi yaşlandırmadan
ayakta kalmam mümkün değil!
Neden ağlarız hiç bilmem! Belki de yaşlanmak için? Yaşlandıkça
sindirilmeyi kabullenelim diye? Belki de “ sindirilmişliğimizi
” sergilemek için ...
Her damla bedeninden ruhuna inen bir yumruk! Her yumruk yaşına
yaş katan birer çizgi! Her çizgi de “ sinmişliğin ” doğum
gününü her yıl kutlayan birer mum gibi ...
Ağlamak bize ana rahminden çıktığımızda kalan bir hatıra
... Her zaman sanki o anı yaşamak zorundaymışız gibi, o anıyı
yadedecekmişiz gibi peşimide ... Bir gölge gibi içimiz alt
üst eden ...
Her dakika bu sefer yumruğu yememek çabasıyla son hamleyi
yapsakta yüzümüzde oluşmuş çizgilere “ dur ”
diyemeyiz. Her dakika, nerede, olursak olalım, olduğumuz
yerde, “ben buradayım”, “ben varım” dediğimiz her
yerde, ona karşı direnmenin en son safhasında, bizden
habersizce içimize yerleştirilmiş bir dinamitin fitili gibi içten
içe yanarak patlayışı misali içimizde ne varsa parçalara bölen
yumruk ... Sen, bana diğerlerinden kalan bir külfetsin. Seni
her hissettiğimde, ağlayamayanlaarın acısı, nefreti, küfrü,
kızgınlığı ile oluşturduğu külfetin içime bir lök gibi
oturduğunu, damarlarımdan enjekte edilmiş bir ilaç gibi
bedenimi uyuşturduğunu hissediyorum. Ben başkalarının - “
bir tanecik ” olmayı çoktan yitirmiş olanların – külfetini
taşımak istemiyorum. Çünkü biliyorum ki bu külfeti
hissttikçe ruhum onların sindirilmişliklerinide taşımak
zorunda kalacak.
“ Bir tanecik ” olmayı çoktan yitirmiş olanların külfeti
ile kendini bilen “ bir tanecik ” lerin içime akıttığı
bastırılmışlık karşılaşınca, damarlarımdan ilacın salıverildiği
durumda ... Dakikalar sonra büzülmüş bedenim doğrulunca ;
bakışlarım duvarlarda, ruhumda sindirilmişlik ... Bedenimin
sindirilmişliği redeeden doğrulmuşluğuna rağmen ... Ruhum
ne kadar acizse bedenimin boynu da o kadar bükük ...
Ağlamak yok olmazsa, yok olmayacaksa; yaşasın sindirilmişlik,
yok olsun “biricik ” lik ...
Ebru
AKGÜL
|