00093.jpg (4429 bytes) 00094.jpg (3915 bytes)

Sen ;

Kendini bilen, kendini seven ...

Bir tek olan, “ biricik ”, “ bir tanecik ” ...

Etrafımda milyonlarca, sonsuzlarca “ bir tek ” var,  “ bir tanecik ” ler basmış ruhumu! Bastırıvermişler özgür olan ruhumu ... Bedenim uyuştukça uyuşmuş; sinmiş, sindirilmiş ...

Bastırılmışlık bastırana, sindirilmişlik sindirene ait aslında ... Bir zamanlar sinen, zamanında sinmiş ruhunun iplerini koparmak istercesine başkalarının ruhu ve bedeni üzerine abanmış. Abanmış ki ruhu söndürürken bedeni de basmış. Ve sinen başkaları ... Sonra daha başkaları ...

O çok değer verdiğimiz “bir tane ” cikler, “ biricik ” ler kaldı mı dersin bu sindirilmişlikte? Belki çok az! Ben “ bir tane ” olmaya çalışsam da birileri “ sindirmeyi ” o kadar çok sindirmiş ki içine, bedenimi yaşlandırmadan ayakta kalmam mümkün değil!

Neden ağlarız hiç bilmem! Belki de yaşlanmak için? Yaşlandıkça sindirilmeyi kabullenelim diye? Belki de “ sindirilmişliğimizi ” sergilemek için ...

Her damla bedeninden ruhuna inen bir yumruk! Her yumruk yaşına yaş katan birer çizgi! Her çizgi de “ sinmişliğin ” doğum gününü her yıl kutlayan birer mum gibi ...

Ağlamak bize ana rahminden çıktığımızda kalan bir hatıra ... Her zaman sanki o anı yaşamak zorundaymışız gibi, o anıyı yadedecekmişiz gibi peşimide ... Bir gölge gibi içimiz alt üst eden ...

Her dakika bu sefer yumruğu yememek çabasıyla son hamleyi yapsakta yüzümüzde oluşmuş çizgilere “ dur ” diyemeyiz. Her dakika, nerede, olursak olalım, olduğumuz yerde, “ben buradayım”, “ben varım” dediğimiz her yerde, ona karşı direnmenin en son safhasında, bizden habersizce içimize yerleştirilmiş bir dinamitin fitili gibi içten içe yanarak patlayışı misali içimizde ne varsa parçalara bölen yumruk ... Sen, bana diğerlerinden kalan bir külfetsin. Seni her hissettiğimde, ağlayamayanlaarın acısı, nefreti, küfrü, kızgınlığı ile oluşturduğu külfetin içime bir lök gibi oturduğunu, damarlarımdan enjekte edilmiş bir ilaç gibi bedenimi uyuşturduğunu hissediyorum. Ben başkalarının - “ bir tanecik ” olmayı çoktan yitirmiş olanların – külfetini taşımak istemiyorum. Çünkü biliyorum ki bu külfeti hissttikçe ruhum onların sindirilmişliklerinide taşımak zorunda kalacak.

“ Bir tanecik ” olmayı çoktan yitirmiş olanların külfeti ile kendini bilen “ bir tanecik ” lerin içime akıttığı bastırılmışlık karşılaşınca, damarlarımdan ilacın salıverildiği durumda ... Dakikalar sonra büzülmüş bedenim doğrulunca ; bakışlarım duvarlarda, ruhumda sindirilmişlik ... Bedenimin sindirilmişliği redeeden doğrulmuşluğuna rağmen ... Ruhum ne kadar acizse bedenimin boynu da o kadar bükük ...

Ağlamak yok olmazsa, yok olmayacaksa; yaşasın sindirilmişlik, yok olsun “biricik ” lik ...

 

Ebru AKGÜL

Home | Nöbetçi Eczane-I | Nöbetçi Eczane - II | Cleantone | News | E-Mail | Links