Kasabaya her Pazar o sarı dolmuşla giderdi. Öğle saati
yaklaştığında kalp atışlarım hızlanır yerimde duramaz hale gelirdim. Pazar
sabahı ev halkının üzerine çökmüş rehavete rağmen hummalı bir temizliğe
girişir, birileri bunun sebebini anlayacak diye ödüm kopardı. Zaman babam: “temizlik
için başka gün mü yok? Be kızım.” Diye söylendiğinde her seferinde kendim bulup
sıraladığım bahanelere ben bile şaşardım.
Dolmuşun korna sesiyle ayna önünde bitiverirdim. Kalp
atışlarımı düzene sokmaya çalışırken kapı çalardı. Selamlaşma ve hal
hatırdan sonra o babamın yanına yerleşir biz kalkar sofrayı kurardık. O mahcup
gülümsemesiyle her seferinde bize yardıma kalkmaya çalışır, babam onu: “sen otur
canım, kızlar yapar” sözüyle oturturdu. Öğle yemeğimiz onun okulu üzerine
sorulan sorularla saatlerce sürerdi. Hukuk fakültesinde okuyordu ve bizim küçük
Nizam’ın bitip tükenmez sorularını sabırla cevaplayıp onu da okuması konusunda
özendirmeye çalışırdı. Benim derslerimin durumu ile ilgilenir her seferinde
yardımcı olmaya çalışırdı. Sofrada onunla beraber üniversiteye gittiğimin
hayallerini kurup dalardım çoğu zaman. Babama özellikle benim de üniversiteye gidip
meslek sahibi olmam gerektiğini anlatmaya başlayınca babam gülümser, “inşallah,
hele bir zamanı gelsin bakarız.” gibi laflar söylerdi.
Küçük kardeşime takılırdı büyük usta diye ve Nazım
Hikmet’ ten şiirler okurdu. “.../ Bir ağaç gibi tek ve hür. / Bir orman gibi
kardeşçesine. /...” Şiiri onunla tanıdık, sevdik. Her seferinde bize kitaplar
getirir ve yemekten sonra çocuklarla bahçeye iner bir ağacın altına yerleşip
okuduğumuz kitaplar üzerine konuşurduk. Bu bizim hafta boyunca beklediğimiz
zamanlardı. Orada konuşan bizim cümlelerimiz, bizim duygularımızdı.
Akşam çayından sonra onu meydana kadar geçirir; o sarı
dolmuşla bizden ayrılırdı. Bize derin bir sessizlik bırakarak.
Benim için anlamı neydi henüz çözemiyorum ama günlerim Pazar
gününü bekleyerek geçiyordu. Sonra artık gelmez oldu. Pazar günü pencerede
beklemeyle geçmeye başladı. Bir gün babam üzgün bir şekilde eve geldiğinde bizleri
karşısına alıp artık çok sevdiğimiz kuzenimizin gelemeyeceğini anlattı. Bir gün
arkadaşları ile okuldan çıkarken üzerlerine bomba atmışlar. Kim yapmış, niye
yapmış o küçük kasabanın 15 yaşındaki henüz lise sıralarıyla yeni tanışan
körpe yüreğim anlamadı. Yaşantımızdan silinen bir güzelliğin sebebini de kimse
anlatmadı bize. Aylarca onun elinde kitaplarıyla yere yığılışı canlandı durdu.
Nasıl kıymışlardı?
Teyzem gözü yaşlı bir şekilde, açılan davadan bahsetti
büyük bir umutla. Yapanlar yakalanacakmış. Hiç bir zaman yakalanmadılar ve dava da
sessizce kapandı. Bize kalan büyük bir boşluk oldu, yeri dolmayacak belki zamanla
hafifleyecek bir boşluk.
Şimdi elimde ders kitaplarının yanı sıra Nazım Hikmet’ in
şiirleriyle okulun kapısında içeri girerken neden öldürüldüğünü daha iyi
anlıyorum. Bütün insanların eşit ve özgür olacağı sevgi dolu bir dünya
istiyordu. Artık yaşamı değiştirmenin sadece hayallerle değilde emek harcamakla
gerçekleşeceğinin bilinciyle her yeni günü yüreğime serptiği sevda tohumlarıyla
duyumsuyorum.