Sıcaktı,
Sıcak.
Sapı kanlı,demiri kör bir bıçaktı
Sıcak.
Sıcaktı.
Bulutlar doluydular,
Bulutlar boşanacak,
Boşanacaktı.
O kımıldamadan baktı,
Kayalardan,
İki gözü kartal gibi indi
ovaya.
Onda en yumuşak en sert,
En tutumlu en cömert,
En seven,
En büyük en güzel kadın:
TOPRAK Neredeyse doğuracak doğuracaktı.
Sıcaktı.
Baktı Karaburun Dağlarından o
Baktı toprağın sonundaki ufka
kaşlarını çatarak:
Kırlarda çocuk başlarını
kanlı gelincikler gibi koparıp,
Çırılçıplak çığlıkları
sürükleyip peşinde,
Beş tuğlu bir yangın geliyordu
karşıdan ufku sarıp.
Bu gelen şehzade Murat’tı
Hükmü Hümayun sadır olmuştu
ki Şehzade Murat’ın ismine
Aydın eline varıp Bedreddin
halifesi mülhid Mustafa’nın başına ine.
Sıcaktı.
Bedreddin halifesi mülhid
Mustafa baktı,
Baktı Köylü Mustafa
Baktı korkmadan,kızmadan,gülmeden.
Baktı dimdik dosdoğru,
Baktı O.
En yumuşak en sert,
En tutumlu en cömert,
En seven,
En büyük en güzel kadın:
TOPRAK Neredeyse doğuracak doğuracaktı.
Baktı Bedreddin yiğitleri
kayalardan ufka baktılar.
Gitgide yaklaşıyordu bu toprağın
sonu fermanlı bir ölüm kuşunun kanatlarıyla.
Bu kayalardan bakanlar,onu
Üzümü,inciri,narı;
Tüyleri baldan sarı,
Sütleri baldan koyu davarları,
İnce belli aslan yeleli atlarıyla,
Duvarsız ve sınırsız bir
kardeş sofrası gibi açmıştılar.
Sıcaktı.
Baktı.
Bedreddin yiğitleri baktı
ufka...
En yumuşak en sert,
En tutumlu en cömert,
En seven,
En büyük en güzel kadın:
TOPRAK Neredeyse doğuracak doğuracaktı.
Sıcaktı.
Bulutlar doluydular.
Neredeyse bir tatlı söz gibi
ilk damla düşecekti yere
Birdenbire
Kayalardan dökülür,gökten yağar,yerden
biter gibi,
Bu toprağın verdiği en son
eser gibi
Bedreddin yiğitleri Şehzade
ordusunun karşısına çıktılar.
Dikişsiz ak libaslı baş açık,yalınayak
ve yalın kılıçtılar.
Mübalağa cenkolundu.
Aydının türk köylüleri,
Sakızlı rum gemiciler,
Yahudi esnafları,
Onbin mülhim yoldaşı Börklüce
Mustafa’nın
Düşman ormanına onbin balta
gibi daldı.
Bayrakları al,yeşil,
Kalkanları kakma,tolgası tunç
saflar pare pare edildi ama,
Boşanan yağmur içinde gün
inerken akşama
Onbinler ikibin kaldı.
Hep bir ağızdan türkü söyleyip,
Hep beraber sulardan çekmek ağı,
Demiri oya gibi işleyip hep
beraber,
Hep beraber sürebilmek toprağı,
ballı incirleri hep beraber
yiyebilmek,
Yarin yanağından gayri herşeyde,heryerde
hep beraber diyebilmek için
Onbinler verdi sekizbinini...
Yenildiler.
Yenenler yenilenlerin dikişsiz
ak gömleğinde sildiler
Ve hep beraber söylenen bir türkü
gibi,kılıçlarının kanını.
Hep beraber kardeş elleriyle işlenen
toprak
Edirne sarayında damızlanmış
atların eşildi nallarıyla.
Tarihsel,sosyal,ekonomik şartların
zaruri neticesi bu.
DEME...
Bilirim
O dediğin nesnenin önünde
kafamla eğilirim.
Ama bu yürek
O bu dilden anlamaz pek.
O “Hey gidi kambur felek,hey
gidi kahpe devran hey.” ,der.
Ve teker teker,
Bir an içinde,
Omuzlarında dilim dilim kırbaç
izleri,yüzleri kan içinde.
Geçer çırılçıplak ayaklarıyla
yüreğime basarak,
Geçer Aydın ilinden Karaburun
mağlupları.
Dostlar
Biliyorum,
Dostlar
Biliyorum nerde,ne haldedir O.
Biliyorum gitti gelmez bir daha.
Biliyorum bir deve hörgücünde,kaynayan
bir çarmıha,çırılçıplak bedenleri mıhlıdır kollarından.
Dostlar bırakın beni,bırakın
beni,
Dostlar bir varayım göreyim
bedreddin kullarından Börklüce Mustafa’yı Mustafa’yı.
Boynu vurulacak ikibin
adam,Mustafa ve çarmıhı.
Cellat,kütük ve satır herşey
hazır herşey tamam.
Kızıl sırma işlemeli bir haşa,altın
üzengiler,kır bir at.
Atın üzerinde kalın kaşlı
bir çocuk,Amasya sultanı Şehzade Murat.
Ve yanında bilmem kaçıncı tuğuna
ettiğim Bayezid paşa.
Satırı çaldı cellat.
Çıplak boyunlar yarıldı nar
gibi,
Yeşil bir daldan düşen elmalar
gibi bir biri ardına düştü başlar.
Ve her baş düşerken yere.
Çarmıhından Mustafa
Baktı son defa.
Ve her yere düşen başın kılı
depremedi:
İRİŞ DEDE SULTANIM İRİŞ
dedi bir,
Başka bir söz demedi. |